Fotoğrafım
Antalya, 05323611890 masafak@gmail.com, Türkiye

STAPES CERRAHİSİNDE FİBER CO2 LASER İLE "ONE-SHOT" TEKNİĞİNİN KARŞILAŞTIRILMASI

GİRİŞ
Shea tarafından tanımlanan modern stapes cerrahisinden beri risk faktörleri azalmış ve çok iyi sonuçlar yayımlanmaktadır (A personal history of stapedectomy, Am J Otol 1998). Protezin inkus uzun koluna fiksasyonu kadar, stapes tabanının açılarak vestibüle ulaşılması da çok önemli bir aşamadır. Stapes tabanının açılımasında laser kullanılması son yıllarda giderek artmaktadır. Infrared CO2 laser Lesinski tarafından 1989 yılında ilk tanımlandığından beri stapes cerrahisinde giderek yaygın bir şekilde kullanılmaktadır (Stapedectomy revision with CO2 laser, laryngoscope). Dalga boyunun 10,6 um olması laser enerjisinin perilenf gibi sıvı ortamlara geçişini sınırlamaktadır. 
Tanımlanan yeni aplikasyonlarla CO2 laser stapes cerrahisinde rutin olarak tercih edilir olmuştur. Son yıllarda "one-shot" tekniğin en iyi sonuçlar veren yenilik olduğu bildirilmektedir (Jovanovic S, Adv Otorhinolaryngol 2007:65:255-66). İsrail Tel Aviv'den Lumenis cihazı laser enerjisini stapes tabanı üzerine odaklayan guide içeren bir tür tarayıcı sistemle (AcuSpot 712 micromanipulator) kombine edilen CO2-40C tip laser, saniyenin fraksiyonları süresince tek dozda stapes tabanını açabilmektedir.
CO2 laser tekniğinin bir dezavantajı çıplak gözle görülememesi ve güvenle kullanılabilmesi için görülebilir bir hedef lazer ile (helium-neon) kombine edilmesi gerekmektedir. Bu kombinasyon kullanılmadığında zor anatomik sahalarda çevre dokulara hasar oluşturması pek muhtemeldir. Bu dezavantajı, basit bir el kontrolü ile kullanılabilen OmniGuide sistem ile fiber özellikli CO2 laser kullanılmasıyla iç kulakta güvenli hale gelmektedir.
Vİncent ve ark. tarafından fiber-CO2 laser ile KTP (potasyum titanyl fosfat) karşılaştırmasında güvenliği gösterilmiştir. Bu çalışmada ise iki ayrı CO2 laser tekniğini karşılaştırmaktadır.
MATERYAL METOD
Ağustos 2008-Mart 2013 tarihleri arasında otoskleroz tanısıyla stapes cerrahisi uygulanan 178 olgu çalışmaya alındı. Olguların tümünün preoperatif odyogramları, 176'sında post.op.1.gün, 175'inde post.op.3.gün ve 172'sinde post.op.1.ay odyogramları ölçüldü. 89 olguda "one-shot" teknik, diger 89 olguda OmniGuide-CO2 laser ile kombine olarak Osseostap mikrodril (BienAir) kullanılmış. Cerrahi teknikler dönüşümlü olarak seçilmiş. Tüm olgular primer stapedotomi tekniği kullanılmıştır. Revizyonlar, tam veya parsiyel stapedektomiler çalışma dışı bırakılmıştır. Tanı peroperatif stapesin palpasyonuyla kesinleştirilmiştir.
500-4000 Hz kemik yolu eşikleri ve ortalamaları karşılaştırılmıştır. ABG yine aynı frekanslardaki postoperatif hava-kemik yolu eşik ortalaması olarak hesaplanmıştır.
Değişimler aynı teknik içinde iki eş arasındaki t-testi, teknikler arasındaki kaşılaştırma iki grup arasındaki t-testi ile yapılmıştır. Testler "R" 2.13 versiyon ile yapılmıştır.

TABLO: Odyogram sonuçları
              500 Hz          1000 Hz        2000 Hz         4000 Hz           PTA
             OS     OG      OS    OG      OS     OG      OS    OG       OS     OG
PreOp    20.4   19.3     25.5   23.7     35.0   31.9     28.6   21.6     27.4   24.1

1.gün     22.5   22.8     25.7   23.7     40.1   36.8     35.7   27.9     30.6   27.8
  
3.gün     22.3   21.8     23.1   22.2     39.0   35.3     34.9   27.7     29.3   26.8

1.ay       18.1   17.5     24.4   21.6     32.9   28.9     29.9   24.9     26.3   23.2

OPERASYON
GAA endaural teknikle yapılmış. Scutum küret ve mikrodril ile alınmış. Korda timpani korunmuş. Ölçü alınmış. Tendon laserle kesilmiş. Eklem hook ile ayrılmış. Arka bacak laserle kesilmiş. Ön bacak kırılmış. 
One-Shot teknik 20 watt enerji ile kullanılmış (40C CO2, AcuSpot). OmniGuide (BeamPath OTO) teknik 100 ms 3 watt enerjiyle 3-5 atımla kullanılmış. Laser 150 cm uzunluğunda fiber içinden geçmekte, ve spot çapı tam ucunda 250 um, 2 mm uzakta 410 um olmaktadır.Isınan fiber devamlı helium gazı akımıyla sağlanmaktadır. Karbonize olan doku 0.7 mm mikrodril (Osseostap, BienAir) ile temizlenmiş. Protez (?) yerleştirilip, çevresi bağ dokusu ile kaplanmış, Flep yerine kapatılıp, kanal Gelita ile doldurulmuş.
SONUÇLAR
Post.Op.1.gün sonuçları 500, 2000 ve 4000 Hz için preoperatif değerlere göre anlamlı olarak daha kötüydü. 1000 Hz ortalamalarında değişme olmamış. 
500 Hz sonuçları her iki teknikte de 3.günde hala kötü iken, 1.ay sonuçları istatistiki olarak preop değerinden dahi iyi olmuştur. 
1000 Hz sonuçları her iki teknikte de 3.gün ve 1.ayda istatistiki olarak daha iyi hale gelmiştir.
2000 Hz sonuçları 1. ve 3.günde her iki teknikte de kötü iken, 1.ayda düzelme görülmektedir.
4000 Hz sonuçları her iki tekniktede 1.günde en kötü olarak giderek düzelmiş, ancak 1.ayda hala preoperatif değerlere göre kötü kalmıştır.
Saf ses ortalamaları her iki teknikte de 1.günde kötüleşmiş, 3.gün kötü kalmış, 1.ay düzelmiş ancak istatistiksel olarak anlamlı bir düzelme değildir.
Özetle eşiklere bakmakla, laser teknikleri iç kulakta kalıcı bir bozulma oluşturmamış ve teknikler arasında da bir fark göstermemiştir.
Post.Op. ABG 1.ayda 172 olguda hesaplanmış (88 OS, 84 OG). ABG 10 dB'in altına inme oranı OS için %45.2, OG için  %47.7 hesaplanmış. ABG değeri 10-20 dB arasına ulaşması sırasıyla %47.6 ve %50 bulunmuş. ABG 20-30 dB ulaşması sırasıyla %6 ve %2.3 bulunmuştur. OS grubunda sadece 1 olguda ABG değeri 30 dB'in üzerinde gerçekleşmiştir. Bu değerlere göre iki grup arasında fark yoktur.
TARTIŞMA
CO2 laser kemik dokusu tarafından çok iyi absorbe edilirken, sıvıları etkilememektedir. Böylece stapes tabanının açılmasında, perilenfatik alana hiç müdehale edilmediği için mükemmel bir tekniktir. One-Shot tekniği mükemmel daire şekli ve spesifik çapıyla stapedotomi için idealdir. CO2 laser ışını görünür olmadığı için bir rehmer ışın olan helyum-neon laser ile birlikte kullanılıyor olması tekniğin en önemli dezavantajıdır. Ancak klinik enstrümentasyonla bu iki ışın mükemmel birşekilde bir araya getirilebilmiştir. Her bir operasyonda, şutlama şekli ve çapı hasta dışında bir yerde denenmelidir. 
Fiber CO2 laser ise bir el kontrolü sayesinde en zor anatomik alanlarda güvenle kullanılar hale gelmiştir. 
Her iki tekniğinde iç kulağa zararlı etkileri olmadığı bu çalışmayla gösterilmiştir. Her ne kadar etkili çapı fiber CO2 laser ile sınırlı ise de, kullanım kolaylığı One-Shot tekniğin yerini almasında etkili olmuştur. Kliniğimizde artık tamamen fiber CO2 laser kullanılır hale gelmiştir. Fiber CO2 laser çapı, probun dokuya uziraklığına göre 250-410 um arasında değişim gösterebilmektedir. Bu denli küçük çaplı etkileri stapes kuruslarının ve tendonunun kesilmesi için de avantajlı hale getirmektedir. 
Fiber CO2 laser daha pahalıdır. Fiber sistemler disposible olup, yeniden sterilize edilememektedir. Ayrıca multiple şutlama sonucunda tabanda oluşan karbonizasyon dokusunun mikrodril ile temizlenmesi gerekmektedir, ancak bu kemik yolu üzerine zararlı değildir. 
Robert Vİnncent ve arkadaşları 862 olguda fiber CO2 laser ile KTP laser tekniğini karşılaştırmışlardır. 3 aylık takip süresi olan bu çalışmada sadece 1 olguda ortalama kemik yolu eşiği 15 dB'in üzerinde kötüleşmiş, fiber CO2 ile böyle bir değişim görülmemiştir. Ortalama ABG KTP ile  4.3 dB, fiber CO2 ile 3.1 dB bulunmuş. 10 dB'in altında ABG sağlanması oranı KTP ile %90.4, fiber CO2 ile  %96.5 bulunmuştur. 
Bu çalışmanın en kısıtlayıcı özelliği post.op. takip süresinin sadece 1 ay olmasıdır, ancak ilerleyen dönemlerde daha uzun süreli sonuçları bildirilecektir.
KAYNAK
Brase C, Schwitulla J, Künzel J, et.al. Otol Neurotol 2013;34:1581-5.





--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com


ŞAFAK MA, MD.
Professor of Otorhinolaryngology
Head of Otrhinolaryngology Department
President of Surgical Science Division
Near East University, Faculty of Medicine
Chief Editor of Near East Medical Journal

GSM: TRNC +90 542 877 55 66
          TR     +90 532 361 18 90


MENİERE HASTALIĞINDA İNTRATİMPANİK STEROİD TEDAVİSİNİN ELEKTROKOHLEAGRAFİ İLE TAKİBİ

GİRİŞ
Meniere Hastalığı (MD) tinnitus ve kulakta basınç hissinin eşlik ettiği vertigo ataklarıyla seyreden ve dalgalı işitme kaybının kalıcı hale dönüştüğü orta ile ciddi yetersizlik yapan bir iç kulak rahatsızlığıdır.
Zaman içinde düşük tuz diyeti, diüretikler, steroidler, kalsiyum kanal blokörleri ve vasodilatörler gibi çok çeşitli tedaviler kullanılagelmiştir. Medika tedavi olguların yaklaşık %70'inde semptomların kontrolünü sağlamaktadır.
Dayanılmaz şikayetlerin olduğu durumlar için tanımlanmış bazı cerrahi teknikler uzun dönemli vertigo kontrolü, işitmenin korunması açısından ve oluşturdukları morbidite açısından çeşitli eleştiriler almışlardır.
Son dönemlerde iç kulaktaki vestibüler kalıntıları tahrip etmek ve diğer tekniklere ait komplikasyon riskini azaltması açısından aminoglikozidlerin kullanılması gündeme gelmiştir. Bu tedaviye bağlı işitme sonuçları açısından geniş farklılıklar görülmesi, tedavi şemalarındaki büyük farklılıklara rağmen vertigo kontrol oranlarının %81-95 gibi çok benzer olduğu görülmüştür. Son 10 yıldır ise yan etkilerinin çok az olmasıyla öne çıkan intratimpanik (IT) steroidlerin kullanılması gündemdedir. Ancak otörler arasında yayınlanan çok farklı sonuçlar vardır ve protokoller üzerinde bir konsensus yoktur.
MD için endolenfatik hidrops (EH) iyi tanımlanmış bir histolojik bulgudur. Baziler membranın skala timpaniye doğru itilmesi sumasyon potansiyelinde (SP) artış oluşturmaktadır. EH tespiti için ECoG ve gliserol testi fonksiyonel olarak kullanılabilmektedir. SP normal değeri gerek normal kişilerde, gerek MD hastalığında büyük değişkenlik göstermektedir. Bu nedenle SP değerini AP değerine oranlamak (SP/AP) kişiler arasındaki farklılığı azaltmak için faydalı olmaktadır (Hu ve Parnes 2002, Otol Neurotol).
SP/AP oranı 0.3-0.5 dolaylarında normal bulunmakta, sıklıkla 0.4 değeri kabul edilmektedir. MD fluktuasyonundaki değişimler açısından ECoG değerleri de hastalığın seyri döneminde sürekli değişim gösterebilmektedir. Bu değişim hastalığın ciddiyetini tespit etmek ve tedavinin etkinliğini karşılaştırmak için sorun oluşturmaktadır. 
HASTALAR
Son 3 yılda kesin MD tanısıyla 63 olguya IT dexamethasone tedavisi uygulanmış ancak Ocak 2010 ile Ocak 2013 yılları arasında şu kriterlere uyan 53 olgu çalışmaya alınmış.
i.1955 Amerikan Akademisinin tanımına göre kesin MD tanısı almış olmak
ii En az 1 yıl boyunca düşük tuz ve medikal tedaviye dirençli hastalar
iii.Santral sinir sistemi tutulumuna ait her hangi bir bulgunun olmaması
iv.Tedavi öncesi ve sonrasında ECoG ölçümlerinin olması
v.Son IT enjeksiyon sonrası en az 12 ay takip edilmiş olmak.
TEDAVİ PROTOKOLÜ
Haftada 1 kez 3 hafta boyunca 27 nolu iğne ile timpanik kaviteye dexamethasone verilip, Trendelenburg pozisyonunda 30 dakika bekletilmiş. Bir kür tedavi ile vertigo kontrolü yapılamadığında ikinci kür uygulanmış. Yine kontrol edilemeyen olgulara IT gentamisin tedavisi önerilmiş.
TEDAVİ ÖNCES DEĞERLENDİRME
Tam nörotolojik muayene, odyometre, kalorik test yapılmış. Son 6 ay içindeki vertigo atakları, çınlama ve Tumarkin krizleri sorgulanmış. İspanyolca'ya adepte edilmiş dengesizlik anketi (DHI) yapılmış.
Ekstratimpanik ECoG IT öncesi 1.ayda ve tedavi sonrası 1.ayda ölçülmüş. Testler SmartEP Intelligent Hearing System cihazıyla elektriksel ve akustik olarak izole edilmiş bir odada yapılmış. 99 dB nHL click 8.1/sn hızla verilmiş. İlk 10 msn.lik cevaplardan 1000 stimulus 5-1500 Hz band geçiren filtre ile averajlanmış. İlk pozitif cevap amplitüdü, takip eden negatif amplitüde SP/AP olarak oranlanmış. Cevap alınamayan olgular test sonuçlarının gerçek değerinin bulunabilmesi amacıyla çalışma dışı bırakılmamıştır.
ECoG SONUÇLARININ SINIFLAMASI
Önceki kontrol gurubu çalışmamıza göre SP/AP normal %95 üst sınır oranı 0.5 kabul edilmiş, ve bunun üzerindeki oranlar anormal kabul edilmiştir. Tedavinin etkinliğini saptamak için tedavi sonrası oranlardan, tedavi öncesi oranlar çıkarılarak farklar bulunmuştur.
SONUÇLAR
22 erkek, 31 kadın, ortalama yaş 53.7, ortalama MD süresi 3.1 yıl. Ortalama takip süresi 16.1 ay, 39 olgu 24 ay takip edilmiş.Ortalama nöbet sayısı ayda 5,6.
Tedavi sonrası vertigo nöbetlerinin tekrarlaması ortalama 10.79 ay bulunmuş. 12.ay kontrolde tam  vertigo kontrolü (clas A) 22 olguda (%41.5), 24.ayda 8 olguda (%15.1) bulunmuş. Clas A+B vertigo kontrolü sırasıyla %60 ve %32 bulunmuş. 9 olguya ikinci kür IT steroid, 1 olguya IT gentamisin tedavisi önerilmiş.
ECoG 3 olguda ölçülememiş, 41 olguda SP/AP oranı artmış, 9 olguda azalmış bulunmuştur. Geçersiz olguları dikkate almazsak ECoG sensitivitesi %82 bulunmuş. IT steroid sonrası SP/AP oranındaki düşme istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Sağlıklı kulaklara bakıldığında böyle bir değişim görülmemiştir. Tedavi öncesi ve sonrası SP/AP oranları ve, oranın değişmesi ile vertigo ataklarının tekrarlama süresi arasında korelasyon görülmemiştir.
Tedaviden önceki 6 ay içinde yapılan odyogramlardan en kötü olanların ortalaması 37.5 dB bulunmuş. Tedavi öncesi ve sonrası odyogram sonuçları arasında anlamlı bir değişme olmamıştır.
TARTIŞMA
IT steroidin vertigo kontrol oranları literatürde %80-100 gibi yüksek rakamlarla bildirilmiş. Bu çalışmada tam kontrol %40, kabul edilebilir kontrol %60 olmuştur. Farklar tedavi ve takip protokolleri nedeniyle olabilir. 
Steroidin iç kulaktaki immün cevaba bağlı inflamasyonu kontrol etmesi veya nöroepitele direkt etkisi ile hidropsu azaltması söz konusu olabilir. Steroid ayrıca baziler membran stabilizasyonunu sağlayabilir veya sensöryal hücrelerin hipersensitivitesini baskılıyor olabilir.
Literatürde ECoG sonuçlarıyla ilgili farklı bildirimler yapılmış. Orchik ve ark. transtimpanik ECoG sonuçlarında değişim olmadığını bildirmişler. Ancak bu çalışma 16 olguda yapılmış ve tedavi sonrası ölçümler 1-57 ay arasında yapılmış.
Arenberg ve ark. kese cerrahisi yapılan 41 olgunun 23'ünde ECoG SP/AP oranlarında düşme gösterilmiştir. Bu ECoG bulgularının hidrops değişimi ile değiştiğini kanıtlamaktadır. 
KAYNAK
Martin-Sanz E, Luzardo CZ, Riesco LR, Patino TM, Sanz R. Acta Oto-Laryngologica 2013;133:1158-64.

Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com


ŞAFAK MA, MD.
Professor of Otorhinolaryngology
Head of Otrhinolaryngology Department
President of Surgical Science Division
Near East University, Faculty of Medicine
Chief Editor of Near East Medical Journal

GSM: TRNC +90 542 877 55 66
          TR     +90 532 361 18 90


DAYANILMAZ MENIERE HASTALIĞINDA ENDOLENFATİK KESE CERRAHİSİ Mİ? İNTRATİMPANİK GENTAMİSİN TEDAVİSİ Mİ?

GİRİŞ
Meniere hastalığı kronik ve debilize edici bir hastalıktır. Tanımlanmış bir triadı vardır: i.Rekürren spontan nöbetler şeklinde vertigo, ii.İşitme kaybı ve iii.Kulakta dolgunluk ve/veya tinnitus. Meniere hastalığının tedavisinde ilk olarak yaşam tarzının modifikasyonu, düşük sodyumlu diyet, alkol ve kafein alınımının azaltılması ve stresin kontrolü yapılmalıdır. Medikal tedavi olarak diüretikler, betahistine veya antiemetikler kullanılabilir. Cerrahi tedavi sadece yaşam stilinin modifikasyonu ve medikal tedavinin yetersiz olduğu durumlarda düşünülebilir. Cerrahi tedavi olarak intratimpanik gentamisin (ITG), endolenfatik kese cerrahisi (ESS), vestibüler nörektomi, labirentektomi gibi teknikler bulunmaktadır.
Literatürde sistematik olarak ITG ve ESS sonuçlarını karşılaştıran bir çalışma bulunmamaktadır.
MATERYAL VE METOD
1998-2007 yılları arasında, Amerikan Akadesinin 1995 kriterlerine göre tanısı konulan Meniere hastalarına uygulanan ITG ve ESS hastaları retrospektif olarak incelenmiştir. Tüm ESS girişimleri aynı cerrah Parnes tarafından, Hu ve Parnes'in tanımladığı teknikle yapılmıştır (J Otolaryngol Head Neck Surg 2010). ITG işlemleri Altas ve Parnes'in standardize ettiği teknikle, orta kulağın haftada 1 kez 4 hafta 26.7 mg/ml gentamisin doldurulması şeklinde uygulanmıştır (Am J Otolaryngol 1999). Ancak 3.dozda kontrol sağlanması durumunda 4.doz yapılmamıştır. 
Sonuçlar iki şekilde ölçülmüştür:
i.Amerikan KBB Akademisinin 1995 yılında tanımladığı işitme seviyesi, vertigo sınıfı ve fonksiyonel seviyesi
ii.40 soruluk "mental", "physical", "social" ve "global" gibi 4 alanda sorgulama yapan quality-of-life (QOL) anketi
İstatistiksel değerlendirme t-testi, ki-kare ve Wilcoxon testiyle yapıldı.
SONUÇLAR
Toplam 67 olgunun sonuçları incelendi. Anketlere 30 ESS (%75 cevaplama oranı) ve 37 ITG (%54 cevaplama oranı) olgusu katılmış oldu.

TABLE 1. Demographic data
                                                   ITG                     ESS
YAŞ                                             59                       40

CİNSİYET    ERKEK                      15                        17
                   KADIN                       22                        13

TARAF         SAĞ                          17                        16
                    SOL                          20                        14

PREOP.        DOLGUNLUK            26                        21
SEMPTOM.   TİNNİTUS                  32                        30

PREOPERATİF ORTALAMA İŞİTME SEVİYELERİ: ITG grubunda işitme kaybı daha çok


PREOPERATİF İŞİTME SEVİYELERİ: Gruplar arası belirgin farklar var, istatistik yapılamadı.


Gruplar arasında ortalama takip süreleri arasında fark yoktu. Postoperatif ortalama işitme seviyeleri ve işitme kaybı  grupları arasında fark yoktu. ITG grubunda postoperatif dönemde işitme bulguları iyileşirken, ESS grubunda kötüleşme oluşmuştur. ITG grubunda hiç bir olguda belirgin SNIK gelişmezken, ESS grubunda %10 olguda ileri derecede SNIK gelişen olgular vardı.
Vertigo atağı tedaviden önceki 6 ayda görülen nöbet sayısı ile,tedaviden sonraki 18-24 aylar arasındaki nöbet sayısı karşılaştırıldı. Nöbetler arasındaki fark anlamlıydı. ITG grubunda tedavi sonrası iyileşme, ESS grubuna göre daha iyi olmuştur. ITG grubunda hayat kalitesindeki iyileşme "social", "global" ve total olarak ESS grubundan daha iyi bulunmuştur.
ESS grubunda %27 olgu vestibüler nörektomi veya ITG gibi ikinci bir tedaviye ihtiyaç duyarken, ITG grubunda sadece %3 olguda ikinci bir tedaviye ihtiyaç görülmüştür.
TARTIŞMA
Sonuçların bu şekilde olması, ITG grubundaki olguların daha yaşlı olması, işitmesi daha kötü olan olguların ITG grubuna, işitme etkilenmesinin daha hafif olan olguların ESS grubuna yönlendirilmesi olabilir. 
Hayat kalitesi ile ilgili sonuçlar preoperatif dönemde farklı olmadığı için daha güvenilir kabul edilebilir. Ancak şu durum da unutulmamalıdır ki, Meniere hastalığı takip edilen 2 yıl içinde %57, 8 yıl içinde '%71 oranında semptomlar spontan olarak düzelmektedir.
ESS normalde işitmenin korunduğu cerrahi teknik olarak kabul edilir. Genellikle işitmesi iyi olup, vestibüler semptomları ön planda olan, tek işiten kulağı olan ve bilateral Meniere hastalığı olan veya hasta tercihine göre bu tedavi tercih edilir. ESS sonuçlarının araştırıldığı 10 yıllık bir derlemede olguların %65'inde vertigo yakınması ileri seviyede (A veya B seviyesi) vardı. Bu olguların cerrahi sonrası %15'inde işitme iyileşmiş, %52'sinde aynı kalmış, %80 olguda hayat kalitesi iyileşmiştir. Öte taraftan olguların %10'unda işitmede çok ileri derecede SNIK, %20'sinde hayat kalitesinde kötüleşme ve %26 olguda ikinci bir tedaviye ihtiyaç duyulmuştur. 
ITG tedavisinin iki türlü etkisi vardır. Hem sensöryal saçlı hücrelerde tahribat yaparken, hem de endolenf üretimi yapan dark cell harabiyeti oluşturur.
Literatürde ITG grubundaki olguların preoperatif %87'sinde clas A veya B vertigo varken, olguların %87-94'inde kısmi veya total olarak vertigo kontrolü sağlamaktadır. ITG ile tedavi sonrası %18-26 olguda 10 dB'den daha fazla işitmede bozulma oluşmaktadır. Olguların yaklaşık %60'ında işitmede değişme olmazken, %15 olguda işitmede iyileşme bulunmaktadır. Yine literatürde hayat kalitesinde artışlar sıkça rapor edilmiştir.
Sonuç olarak ITG ile postoperatif işitme korunmakta, hayat kalitesi artmakta, vertigoda düzelme, semptomlarda düzelme görülmektedir.
KAYNAK
Paradis J, Hu A, Pames LS. Otol Neurotol 2013;34:1434-7.


--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com


ŞAFAK MA, MD.
Professor of Otorhinolaryngology
Head of Otrhinolaryngology Department
President of Surgical Science Division
Near East University, Faculty of Medicine
Chief Editor of Near East Medical Journal

GSM: TRNC +90 542 877 55 66
          TR     +90 532 361 18 90


DIZZY HASTALARIN DEĞERLENDİRMESİNDE HİPERVENTİLASYON TESTİNİN YERİ

GİRİŞ

 

Hiperventilasyon ile PaCO2 azalması ve arteriel pH artışı ile seyreden ekstraselüler alkolozis oluşturur. Kompenzatuar mekanizmalar sonucunda hücre içinden H+ iyonları ekstraselüler sıvıya geçer; bu işlem K+ ve Na+ iyonlarının değişimini aktive eder; ekstraselüler pH değişimine çok hassas olan voltaja bağlı Ca++ kanallarından ekstraselüler sıvıdaki Ca++ intraselüler ortama geçer.Böylece plazmadaki bikarbonat oranı hızla harcanır ve ekstraselüler Ca++ iyonları azalır.


Hipokapnia sonucunda arteriollerde vasokonstruksiyon, hücresel hipoksi, BOS pH artışı, O2 azalmasıyla hemoglobin çözülme eğrisinde değişiklikler meydana gelir, böylece daha fazla hücresel hipoksi, orta kulak ve intrakranial basınç azalması oluşur.

 

Metabolik değişimler, hiporksi ile hipokapni ve BOS pH değişimleri nöral dokuda eksitasyon etkisi oluşturur (Manto & Bosset 2003).

 

Belli bir süre veya psikojenik hiperventilasyon sonucunda santral ve periferal sinir sistemindeki eksitabilite nedeniyle irritabilite, yorgunluk, sersemlik, terleme, anksiyete, hava açlığı, distal ve perioral parestezi, tremor, başağrısı, nistagmus bulunmayan dizziness veya vertigo, daha nadiren de tetani, hatta nöbetler oluşabilir. 

 

Nistagmus oluşmadan meydana gelen dizziness hali, nistagmus yapacak kadar ciddi olmayan bir vestibüler asimetriyi düşündürse de, algısal, postüral ve vestibülo-oküler proseslerin değiştiğini gösterebilir.

 

Spinoserebellar ataksi tip 6 (SCA 6) antitesinde voltaj bağımlı Ca++alfa1A kanallarındaki değişimler sözkonusudur, sonuç olarak hiperventilasyon tablosundakine benzer şekilde pH ve ekstraselüler Ca++ değişimleri oluşur, böylece Purkinje hücreleri ve granül nöronlarında fonksiyon bozukluğu meydana gelir (Matsuyama 1999).

 

SCA-6 modeli hiperventilasyon durumunda serebellum ve primitif serebellar fonksiyon inhibisyonlarına etki sonucuyla nasıl latent nistagmus maskesinin kalktığını göstermektedir. Hiperventilasyon, periferal vestibüler asimetri kompenzasyonundaki santral döngülerin hasarlanmasıyla oluşan nistagmus mekanizmasıyla etkileşir. Akut vestibüler nörinit ve 8.kranial sinir nörinomunda paretik haldeki nistagmusun güçlenmesi veya sağlam tarafa doğru nistagmusun ortaya çıkması görülebilmektedir. Eksitatuar durumlarda patoloji yönüne doğru olan nistagmusun ortaya çıkışı da sözkonusu olabilir (Califano 2011).

 

Hiperventilasyon ile stibule edilen nistagmus (HVIN - Hyperventilation Induced Nystagmus) nöral hastalıklara (%58) göre vestibüler reseptör hastalıklarında (%18) daha nadir görülür. Parsiyel labirenter lezyonlarda, metabolik hastalıklar, alkoloz, hipokalsemi, hipoksi nedeniyle uyarıcı HVIN, afferent sinir uçlarındaki residual periferal reseptörlerde aşırıuyarılmaya neden olur. Vestibüler yapılar üzerinde hiperventilasyonun oluşturduğu değişiklikler, santral olarak kompanze edilen gizlenmiş nistagmusları açığa çıkarabilmektedir. 

 

Nistagmus en yüksek hassasiyetle scleral coil yerleştirilmesiyle yapılan 3 boyutlu kayıtlarla, daha az hassasiyetle VideoNG veya daha kaba olarak Frenzel gözlüğüyle araştırılabilir (Mandela 2013). 

 

Hiperventilasyonun derecesini PaCO2 ölçümü için solunum havasındaki CO2 (PETCO2), transkutanöz PaCO2, ikincil etkisi olarak orta serebral arter akımı ölçülebilir. Bu ölçümler yatak başı yapılamaz ve pek çok çalışmada bu değerlere bakılmamıştır. Hiperventilasyonun 30.saniyesinde plazma CO2 basıncı %21 azalır, PaCO2 6mmHg düşer, bu da plazma ve BOS pH ile ekstraselüler Ca++ düşününü tespit etmek için yeterlidir. Bu çalışmanın otörleri hiperventilasyonun 70.saniyesinde capnograph kullanarak normalde median bazal değeri 35.8 olan PETCO2 basıncını 12.2 mmHg bulmuşlardır. Buna benzer değişimler vestibüler nörinit, vestibüler schwannoma ve diğer vestibüler hastalıklarda da görülmüştür. Plazma Ca++ değerindeki değişikliklere karşı kan-beyin bariyer önemli ölçüde sabit kalırken, multiple skleroz veya fokal olarak 8.sinir schwannomasında kaybolmaktadır.

 

OTONÖROLOJİK TANIDA HİPERVENTİLASYON TESTİ

 

Oturur pozisyonda 60-70 sn süresince hızlı ve derin inspirasyon olarak uygulanır. Bu kadarı vestibüler sistem cevapları oluşturması için yeterli olmaktadır. Göz hareketleri infrared videooculoskopi ile ölçülür (Frenzel gözlüğü ile de izlenebilir).

 

Test en az 5 s süreyle minimum 5 atım nistagmus oluşması, veya önceden var olan bir nistagmusun yine aynı süreyle değişme göstermesi pozitiftir. VENG ile yapılan ölçümde 5 s süreyle yavaş faz hızının minimum 5 derece/sn değişmesidir. Vestibüler bozukluklarda yanlış pozitif HVIN oluşumu çok nadirdir. 

 

AKUT VESTİBÜLER NÖRİTİS

 

Olguların yaklaşık %75'inde HVIN saptanır. Şu tip paternler görülebilir.

i. Negatif test; spontan nistagmusta değişim olmaz.

ii. Paretik test; spontan  nistagmus daha da artar. Santral kompenzasyon mekanizmaları ile oluşan inhibisyon mekanizmaları baskılanır. Aylar veya yıllarca süren bir etkilenmedir. Prognostik değeri yoktur.

iii. Eksitator test; spontan nistagmus inhibe olur. Parsiyel hasar görmüş olan reseptör organın H+ ve C++ iyonlarının konsantrasyonlarında artma ve PaCO2 azalmasıyla nöronal uyarılmada artış meydana gelir. Bu durum geçici santral kompanzatuar mekanizmalarla üstkontrola yol açar. Ayrıca membran kanallarının eşiğinde modifikasyonlarla parsiyel veya geçici demiyelinizasyon gösteren sinirlerde bölgesel sinir iletiminde geçici artış nedeniyle de olabilir. Genellikle hastalığın ilk 20 gününde erken dönemde görülür ve sonradan paretik teste dönüşür. Prognostik değeri yoktur.

iv. Güçlü eksitatör test; spontan nistagmusun yönü değişir.

 

HVIN yaklaşık 20-90 sn kadar devam eder ve geçicidir. 

 

8.KRANİAL SİNİR SCHWANNOMU

 

Vestibüler nöritisin aksine spontan nistagmus genelde görülmez. Şu tip paternler görülebilir.

 

i.Negatif test; HVIN oluşmaz.

ii. Eksitatör test; Lezyon tarafına doğru nistagmus oluşur. Ekstraselüler Ca++ azalması, parsiyel demyelinizasyon gösteren sinir bölgesinde iletimi artırdığı için nistagmus oluşmaktadır. Mevcut nöral hipoaktiviteye adaptasyon göstermiş olan nükleer merkezlerin aktivitesinde artışa neden olarak tümörlü tarafa doğru nistagmus oluşmaktadır.

iii. Paretik test; Sağlam tarafa doğru nistagmus oluşur.

iv. Bifazik test; Önce sağlam tarafa olan hızlı faz, 30-40 sn içinde tümör tarafına doğru değişir.

 

Literatürde schwannoma boyutuyla HVIN paterni arasında korelasyon gösterilmiştir. Küçük tümörlerde eksitatör test, büyük tümörlerde paretik test görülmektedir. Bu çalışmada negatif test olgularında 8,4 mm, HVIN saptanan olgularda ortalama 19 mm tümör görülmüştür. Aslında asıl önemli olan sinirin demyelinizasyon durumudur. Hiperventilasyonun neden olduğu metaboluk değişimler nedeniyle geçici olarak sinir iletiminde artış oluşmakta ve eksitatör test meydana gelmektedir. Küçük tümörlerde demyelinizasyon daha nadir olur. Ancak büyük tümörlerde sinir devamlılığı bozulmuşsa paretik test paterni oluşacaktır. Tümörün çıkarılmasından sonra paretik test paterni oluşmaktadır. Gama Knife ile tedavi edilen olgularda ise demyelinizasyonun artması nedeniyle eksitatör test paterni oluşmaktadır.

 

Mutlaka paretik patern inflamasyon, eksitatör patern büyük geniş tümvör anlamını taşımaz. Akut nörit durumunda eksitatör nistagmus var olan spontan nistagmusu inhibe eder veya yönünü değiştirir. Tümörde ise hiperventilasyon ile spontan olarak bulunmayan yeni bir nistagmus doğurur ve bu paretik veya eksitatör patern şeklinde olabilir. Hipiferventilasyon testi nörit olgulanıda %70 pozitif iken, tömür olgularında %90 pozitiftir.

 

HVIN akustik nörinom ile ani işitme kaybı olgularının ayırıcı tanısında çok değerlidir. Ancak bu durum diğer serebellopontin açı tömörleri için geçerli değildi. Bu tip tömörlerde HVIN ancak alt vestibüler sinir liflerinin kısmen etkilenmesine bağlı olarak yaklaşık %55 oranında ortaya çıkmaktadır.

 

ÜÇÜNCÜ PENCERE SENDROMU

 

Hiperventilasyon sonucunda superior kanalda ampullofugal akım oluşur ve gözlerde downbeating torsiyonel nistagmus oluşur.

 

MULTIPL SKLEROZ

 

Santral spontan nistagmusda parsiyel veya total inhibisyon meydana getirir. Ancak torsiyonel, vertikal veya horizontal nistagmuslara  da neden olabilir. Santral yukarı veya aşağı vuran bir nistagmusun inhibisyonu genellikle demyelinizasyon lehinedir.

 

SEREBELLAR HASTALIKLAR

 

En tipik hali aşağı yönlü nistagmus oluşmasıdır. Patoloji nedeniyle gözler yukarı deviye olurken, santral kompanasyonlar nedeniyle aşağı yöne düzeltme hareketiyle nistagmus oluşur. Hiperventilasyon ile genellikle aşağı vuran nistagmus kaybolacaktır.

 

DİĞER VESTİBÜLER HASTALIKLAR

 

Hiperventilasyon testi BPPV, Meniere, Vertiginöz Migren ve vasküler nedenli hastalıklarda özel bir bulgu oluşturmayacaktır.

 

KAYNAK

Califano L, Mazzone S, Salafia F. Curr Opin Otolaryngol Head Neck Surg 2013; 21:487-91.

--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com


ŞAFAK MA, MD.
Professor of Otorhinolaryngology
Head of Otrhinolaryngology Department
President of Surgical Science Division
Near East University, Faculty of Medicine
Chief Editor of Near East Medical Journal

          TR     +90 532 361 18 90


TİNNİTUSLU HASTAYA YAKLAŞIM

GİRİŞ

Tinnitus ancak sessizlikte duyulabilen çok hafif bir ses olabildiği gibi, günlük yaşamdaki diğer seslerden çok daha şiddetli bir hale de gelebilmektedir. Hiç tinnitus yakınması olmayan 80 üniversite öğrencisinin sessiz bir odada kendi haline bırakılmasıyla, %93’ü vızıltı veya pulsasyon gibi sesler duyduklarını bildirmişlerdir. Endüstrileşmiş toplumlarda popülasyonun büyük kısmı doğal olmayan seslere maruz kalmakta ve işitme sistemleri etkilenerek tinnitus oluşabilmektedir. Ancak insanların çoğu bundan yakınarak doktora başvurmamaktadır. Tinnitusun yakınma olarak ortaya çıkması değişik çalışmalara göre popülasyonun %7-33’ünde görülmektedir.(1-3) Tinnitus çocukluk çağlarından itibaren görülebilir ve yaşın ilerlemesi ile insidansı artar.(4)  Kişilerin çoğu mevcut tinnituslarından yakınmazlar, bunların yaklaşık %25’i yardım için doktora başvurmaktadır. Bazı durumlarda o denli önemli bir yakınma haline gelebilir ki, intihar girişimine varabilen ağır psikolojik etkilenmelere neden olabilir.(5)

FİLOZOFİ

Tinnitus bir hastalık olmayıp, bir yakınmadır. Şikayetin altında yatan etiyolojik faktör tespit edilemediği sürece kesin tedavisi yoktur. Hatta etiyolojisi tespit edilen pek çok tinnitus için de bunu söyleyebiliriz. İdiopatik tinnitus genellikle kroniktir ve psikolojik sarsıntısı da olabilen bir yakınmadır. Bir hasta için etkili olan bir tedavi yöntemi, başka bir hastada hiç fayda göstermeyebilir. Bu tip hastaların tedavisinden çok kontrolünden söz edilebilir. İdiopatik tinnitusun nasıl oluştuğuna ve tedavi tekniklerine yönelik çalışmalar genellikle akademik açıdan önem taşır. Bunların yanında karşımızdaki hastanın kronik yakınması olan bir insan olduğunu unutmayıp duygudaşlık (empati) kurarak psikolojik ve sosyal açıdan da sorununu anlamaya çalışmalıyız. Bu yaklaşım tarzı bile başlı başına hastayı rahatlatabilecek bir tedavi tekniğidir.

HİKAYE

Hikaye alınması hastalara yaklaşımımızda ilk ve en önemli tekniğimiz olmalıdır. Özellikle psikolojik ve sosyal etkileri olabilecek tinnitus gibi yakınmalarda hasta ile iletişimimizin kurulmasında oldukça önem taşır. Tinnitus yakınmasıyla doktora başvuran hastanın konuşmasına ve kendisini ifade etmesine fırsat verilmelidir.

Hastalar tinnitusu uğultu, haşırtı, zil çalması, vızıltı, ıslık sesi gibi değişik şekillerde tanımlayabilirler. Bu tanımlamaların klinik açıdan pek önemi yoktur.(6) Küçük sorularla araya girerek şikayetin tek kulaktan mı, her iki kulaktan mı geldiği, ne zamandır olduğu, sesin frekansı, şiddeti, nabız veya tıklama gibi karakterleri, gün içindeki değişimleri, sese ait karakterlerin zamanla değişim özellikleri, eşlik eden ağrı, kulak akıntısı, işitme kaybı, denge problemleri, kulak dolgunluğu vb semptomlar, solunumla, nabızla ilişkileri, sesin artmasına veya azalmasına neden olabilen özel durumlar, vücut, baş ve boyun pozisyonları, muhtemel akustik ve barotravma hikayesi, vücudunun başka yerlerindeki semptomlar, tanısı konulmuş süregelen diğer hastalıkları, geçirdiği operasyonlar, kullandığı ilaçlar, alışkanlıkları, mesleği, hobileri, duygulanım durumu detaylı şekilde sorgulanmalıdır.

Tinnitus hikayesinde üzerinde durulması gereken özellikler ve işaret edebileceği klinik durumlar aşağıdaki tablo 1’de özetlenmiştir.

Tablo 1: Tinnitus hikayesindeki özellikler ve muhtemel tanı arasındaki ilişki

Başlayış

İlerleyici işitme kaybı ve yaşlanma ile oluşursa presbiakuzi olabilir. Birden başlamışsa akustik travma veya kafa travması sorgulanmalıdır.

Lokalizasyon

Unilateral ise en sık buşon veya otit olabilir. Akustik nörinom için önemli bir özelliktir.

Yapısı (patern)

Sürekli tinnitus genellikle işitme kaybıyla birliktedir. Nöbetler halindeyse Meniere yönünden incelenmelidir. Pulsatil ise vasküler etiyoloji olabilir.

Frekansı

Pes tonluysa Meniere, tiz tonluysa sensörinöral işitme kaybı olabilir.

Vertigo ve Dolgunluk

Tinnitus ile birlikteyse Meniere yönünden incelenmelidir.

İlaç kullanma, gürültü

Hikayede mutlaka sorgulanmalıdır.

Şiddetlendirici faktörler

Patent östaki tüpünde yatar pozisyondayken, venöz üfürümde başın belirli pozisyonlarıyla tinnitus artış gösterir.

Metabolik hastalıklar

Hiperlipidemi, tiroid hastalıkları, anemi vb sorgulanmalıdır.

FİZİK MUAYENE

Muayenede sadece KBB muayenesi değil, baş ve boyun ayrıntılı olarak incelenmelidir. Boyunda karotid arter ve dallarıyla ve juguler gibi büyük veinlerin oskültasyonları yapılmalıdır. Kafatası üzerinde de oskültasyon ile arterio-venöz malformasyonlar veya Paget gibi hastalıklarda üfürüm duyulabilir. Stetoskobun çan bölümüyle göz üzerinden, paryetal, preaurikuler, postaurikuler bölgelerden veya boyundan, Toynbee tüpüyle DKY’den oskültasyon yapılmalıdır. Oskültasyon sessiz kabinde yapılmasına rağmen ses duyulamayabilir. Bu durumda hastadan tinnitusu duydukça ritim vermesi istenir ve nabız ile ilişkisi incelenebilir.

Detaylı otoskopi ve otomikroskopi yapılmalıdır. DKY buşonları da sıklıkla tinnitus nedeni olabilir ve mutlaka temizlenmelidir. Ayrıca kulak zarı arkasındaki sıvı koleksiyonları, hava kabarcıkları, enfeksiyon bulguları not edilmelidir. Timpanik membran arkasındaki kırmızılıklar veya mavimsi görünümler not edilmelidir. Orta kulak tümörlerinde, karotid arter veya juguler bulb kemik kanal açıklıklarında bu tip bulgulara rastlanılabilir. Kulak zarı arkasında kahverengi-kırmızı renkli oluşumlarda, özellikle pnömotik otoskopla basınç uygulanmasıyla solma oluşması durumunda orta kulakta yer kaplayan vasküler lezyonlar hakkında fikir yürütülebilir.

Odyolojik incelemelerden önce diyapazon testleri mutlaka uygulanmalıdır.

LABORATUVAR ÇALIŞMALARI

Tinnitus yakınması olan bütün hastaların işitme kaybı olsun, olmasın odyometrik incelemeleri, konuşma odyometreleri tam olarak yapılmalıdır. Yapılabiliyorsa tinnitus örtüşmesi (matching) yapılarak tinnitusun frekans (Hz) ve şiddeti (dB) tespit edilmelidir. Odyometre sırasında tinnituslu kulağa beyaz gürültü verilerek tinnitusun maskelendiği seviye saptanmalı, hastaların maskeleme tedavisinden fayda görüp görmeyecekleri araştırılmalıdır.

Timpanometrik inceleme faydalı olabilir. Timpanogramla vasküler lezyonlara ait pulsasyonlar kaydedilebilir.

Kan tetkiklerinden rutin biyokimyanın yanında tam kan sayımı, tiroid fonksiyon testleri ve gerekli görüldüğünde otoimmün panel (ANA, ESR, RF, CRP, vb), hatta sifilis incelemeleri (FTA-ABS; fluorescent treponemal antibody-absorption), yapılmalıdır.

Kontrastlı temporal kemik ve beyin CT istenmelidir. Tek taraflı tinnitus yakınmasında mutlaka MRG ile internal akustik meatus ve serebellopontin açı incelenmelidir. Özellikle pulsatil tinnituslarda MR anjiyografi ve venografi, DSA gibi radyolojik tetkikler yapılmalıdır.(7) Böylece vasküler tümörler, arterio-venöz malformasyonlar, anevrizmalar saptanabilir. Noninvaziv tekniklerle incelemesi yapılan 84 olguluk bir çalışmada %42 oranında arterio-venöz fistül veya karotid-kavernöz fistül, %14 olguda glomus tümörü veya intrakranial hipertansiyon bildirilmiştir. DSA gibi invaziv tekniklerden önce noninvaziv incelemelerin yapılması vurgulanmıştır.(8) Tüm ayrıntılı incelemelere rağmen olguların %15-20’sinde etiyolojik neden bulunamaz.(9)

TİNNİTUSUN ÖLÇÜLMESİ

Hastaların duyduğu ses odyometre cihazı ile taklit edilebilir. Böylece hastanın duyduğu sesin benzeri gerek frekans, gerekse şiddet olarak örtüştürülerek (Matching) matematiksel olarak tespit edilebilir. Ancak hasta uyumunun ve hasta ile işbirliğinin çok iyi olması gerekir. Böylece tinnitusun moniterizasyonu sağlanabilir, tedavinin etkinliği takip edilebilir. Aslında tinnitusun tek bir frekansı yoktur, bir frekans bölgesinden bahsedilebilir ve “pitch” olarak adlandırılır. Tinnitus pitch aralığı 1-10 kHz arasında dağılsa da en sık 3-5 kHz dolaylarında rastlanır. Tinnitus şiddeti genellikle bulunduğu frekanslardaki işitme eşiğinin 3-4 dB üzerindedir.(10) Olguların %80’inden fazlasında tinnitus şiddeti 9 dB’in altındadır. Kooperasyonu çok yüksek olan hastalarda dahi laboratuvarda tespit edilen tinnitusun derecesi gerçek hayattaki rahatsızlığı tam olarak açıklamamaktadır. Hastanın tinnitusu matematiksel olarak azalmış saptansa da, günlük yaşamda hala çok rahatsızlık veriyor olabilir. Yine bu yüzden hastalara hem psikolojik hem sosyal açıdan yaklaşmak tedavinin en önemli unsurunu oluşturur.

Tinnitusun kişisel yaşamda oluşturduğu rahatsızlığı ölçmek için değişik anketler oluşturulmuştur. En sık Vizüel Analog Skala (VAS) olarak adlandırılan tekniklerle hastanın tinnitustan duyduğu yakınmayı derecelendirmesi istenir. VAS hastanın tinnitustan olan yakınmasının ciddiyetini sübjektif olarak klinik tablolar arasında farklılık gösteren 5 ile 10 değişik kategoriden birinde belirlemesi şeklindedir.

Tinnitus nedeniyle hastanın günlük yaşantısının ne derece etkilediğini araştıran THI (Tinnitus Handicap Inventory) 1996 yılında yayınlanmış ve faydalı olabilmektedir.(11) Biraz zaman almakla birlikte THI gerek tanı aşamasında, gerek tedavi sürecinde ve tedavinin etkinliğini takip etmek için faydalıdır. Ancak klinik uygulamalarımda, daha pratik olması açısından kendi geliştirdiğim 5 kategorili TES (Tinnitustan Etkilenme Seviyesi) değerlendirmesini tercih etmekteyim (Tablo 2).

Tablo 2: Tinnitustan Etkilenme Seviyesi (TES)

I.   Ancak sessizlikte duyulabilen

II.  Günlük yaşam aktivitesi içinde de sürekli duyulan

III. Konuşmaların algılanmasını zorlaştıracak kadar yüksek olan

IV. Uykudan uyandıracak kadar yüksek olan

V.  Hastanın bütün hayatını alt üst edecek kadar psikolojik etkilenmeye neden olan


FİZYOPATOLOJİK MODELLEME

İnsanlar genellikle nedenlerini bilmedikleri yakınmalarından dolayı endişe ederler, huzursuz olurlar. Kulaklarının neden çınladığını bilmeyen bir hasta, çınlama yakınmasıyla doktora başvurmuşsa bu yakınmayı önemsiyor demektir ve hastalığının nedenlerini bilmeye hakkı vardır. Hastaya hastalığının anlatılması tedaviden önce yapılması gereken en önemli aşamadır. Özellikle idiopatik tinnitus olgularında tinnitusun fizyopatolojik temelleri hastaların anlayabileceği modellemelerle anlatılmalıdır. Burada kendi klinik uygulamalarımda geliştirdiğim ve kullandığım modellemelere değineceğim. Bu modellemelerin tabi ki bire bir fizyopatolojik karşılıkları yoktur, ancak halkın daha kolay anlayabileceği şekilde bilinen sistemlere benzerliklerinden faydalanılmaktadır.

Konvertör Motor Modellemesi

Hastalara işitme fizyolojisini anlatırken günlük hayatta kullandığımız konvertörlerden (dönüştürücü-çevirici motorlar) faydalanabiliriz. Konvertör motorlar bir enerji türünü başka bir enerji şekline dönüştürürler. En kolay verebileceğimiz örnek, lambaların elektrik enerjisini, ışık enerjisine çevirmesidir. Bunun gibi mikrofonlar ses dalgalarını elektriğe, hoparlörler elektriği ses dalgalarına dönüştürürler. İç kulak salyangozu da bir konvertör motordur ve iç kulak sıvılarının dalgalanma hareketini elektrik sinyallerine dönüştürerek sinirler yardımıyla işitme merkezlerine ulaşmasını sağlar.

Konvertör motorlar çalışmalarından dolayı bir gürültü oluştururlar. Örneğin müzik seti açık olduğunda bir müzik çalmasa dahi hoparlörden bir uğultu sesi gelir, aynı şekilde ortamda ses olmasa dahi açık olan bir mikrofon hafif bir uğultu ya da hışırtı şeklinde gürültü oluşturur. İç kulak salyangozu da fonksiyon görmese dahi sistemin çalışmasından, hayatta olmasından dolayı bir gürültü oluşturur. Bu gürültüye genel olarak zemin gürültüsü denilebilir (Kohlear işitme kayıplarıyla tinnitus ilişkisi).(12)

Radyo Modellemesi

Radyoların çalışma sisteminde bir dizi konvertör vardır. Anten yardımıyla havadan yakalanan radyo dalgaları öncelikle çok küçük voltajlı elektrik sinyallerine dönüştürülür. Sonra bu sinyaller yükselticilerden geçirilip hoparlöre yönlendirilerek ses dalgalarına çevrilir. Belirli bir istasyona ayarlanmış radyo çalıştığında hoparlörlerden oluşan ses dalgaları o kadar yüksektir ki, sistemin oluşturduğu zemin gürültüsü duyulamaz hale gelir. Bağlandığımız verici istasyondan yapılan yayın zayıf veya hiç yapılmıyorsa, yani havadaki radyo dalgaları zayıfsa veya hiç yoksa ya da radyo dalgalarının bulunmasına rağmen radyo arızalıysa, sistem çalıştığı halde fonksiyon üretemez ve sadece zemin gürültüsünü duyarız. Bu durumu insan kulağına uyarlarsak, bulunduğumuz ortam sessiz ise veya çok hafif seviyelerde ses varsa, ya da ortamda ses olduğu halde kulak bu ses dalgalarını toplayamıyor (her türlü iletim tipi işitme kaybı nedenleri) veya topladığı halde elektrik sinyallerine dönüştüremiyorsa (kohlear patolojilere bağlı sensöryal işitme kayıpları), sistem yaşadığı halde fonksiyon üretemez ve sadece zemin gürültüsü oluşturur (spontan nöral deşarj teorisi).(13-15) Oluşan bu zemin gürültüsünün işitme merkezleri tarafından algılanmasını kulak çınlaması olarak kabul edebiliriz.

TEDAVİ

Bir hastalığın kesin tedavisi semptomlara göre değil, alta yatan etiyolojik nedene göre yapılabilir. Tinnitus gibi özel bir semptom söz konusu olduğunda çoğu zaman etiyolojik faktör ortaya konulamadığı gibi, bulunsa da kesin tedavisinin mümkün olmadığı klinik durumlar az değildir.

Örneğin hipertiroidi veya anemi nedeniyle oluşan tinnitusların medikal tedavisi mümkündür. Yine arterio-venöz malformasyonlar nedeniyle oluşabilen tinnitusun kesin tedavisi cerrahi ile mümkün olabilir. Henüz kohlear tutulum göstermeyen otosklerozda iletim tipi işitme kaybı nedeniyle oluşan tinnitus (daha çok uğultu) yakınmasında hastalığın değilse de semptomun cerrahi tedavisi mümkündür. Oysa Akustik travmada, presbiakuzide veya Meniere nedeniyle oluşan tinnituslarda gerek hastalığın, gerekse semptomun kesin tedavisi ne kadar yapılabilir? Yine de tinnitus yakınması olan hastalara “bu şikayet geçmez, kafana takma” gibi sözler kesinlikle söylenmemelidir.

Korunma

İşitme kaybı ile tinnitusun büyük oranda bir arada bulunması nedeniyle işitme kaybı oluşturabilecek durumlardan korunmak, pratik olarak tinnitustan korunmak olacaktır. Özellikle alkol ve antihistaminik etkisi altındayken yüksek gürültülü ortamlarda bulunmamak, bu gibi ortamlarda normal şartlarda da uzun süre kalmamak önemlidir. Gürültülü ortamda mecburen bulunulacaksa yüksek sesten koruyucu kulaklık kullanmak faydalı olacaktır.

Ototoksik ajanlara dikkat etmek de korunmanın önemli bir unsurudur. Ototoksik ilaçların etkisi her bir tedavi ile birikerek ilerleme gösterebileceği gibi, akustik travmayı da artırabilir. Ototoksik ilaçlarla tedavi zorunlu ise, ilaç dozunun ayarlanması, pozoloji ve işitmenin yakın moniterizasyonu zararı azaltabilir.

Sensörinöral işitme kaybına neden olabilecek DM, hiperkollesterolemi, hipertansiyon, gibi hastalıkları bulunmayanlarda belli aralıklarla check-up programları yapılmalı, bu tip kronik hastalığı bulunanların ise düzenli tedavisi yakın takibi gereklidir.

Stresten uzak durabilmek, düzenli uyumak, çok sessiz ortamlardan kaçınmak, sohbet ortamlarında sürekli tinnitusu üzerine odaklanan konuşmalardan kaçınmak, kendini meşgul edebilecek bir iş yaratmak, uyurken yakınında radyo veya vantilatör gibi bir ses veya gürültü kaynağı bulundurmak faydalı olabilmektedir.

İlaç Tedavisi

Burada kullanılan ilaç tedavilerinin ayrıntılarına girmeyeceğim. Pek çok medikal ajan tinnitus tedavisinde yer bulmuştur, birbirine tamamen ters etkileri olan ajanlar bile kullanılmıştır. Literatürde kullanılan medikal ajanlardan adrenerjikler, antiadrenerjikler, adrenerjik blokonlar, asitil-kolinomimetikler, kolinolitikler, antikolinesterazlar, polipeptidler, düz kas gevşeticiler, vitaminler, ginko biloba ekstreleri, antihistaminikler, dekonjestanlar, barbütüratlar, membran stabilizatörleri (lokal anestetikler, antiepileptikler), vazodilatatörler, antidepresanlar, steroidler, melatonin, antikoagulanlar gibi pek çok grup sayılabilir.(16-22) İlaçların birbirlerine karşı çok belirgin üstünlükleri yoktur. Akustik travma sonrasında erken tedavinin önemi vardır.(23) Tedavideki ajanların büyük çoğunluğu FDA (Amerikan Besin ve İlaç Yönetimi) tarafından tinnitus tedavisi için onaylanmamıştır.

Cerrahi Tedaviler

Tinnitusun tedavisinde cerrahinin yeri çok sınırlı durumlarda geçerlidir. Tinnitus etiyolojisinde akustik nörinom, vasküler kompresyon sendromu, glomus jugulare vb tümörler, arterio-venöz malformasyonlar, myoklonuslar, otoskleroz veya Meniere sendromu gibi hastalıklar tespit edildiğinde tedavide cerrahinin yeri vardır.

Diğer Tedaviler

Tinnitus tedavisinde bir takım elektrofizyolojik tekniklerden ve psikosomatik yöntemlerden de faydalanılabilinir. Bunlar arasında literatürde yer alanlarından bazıları elektriksel stimulasyon,(24) elektro manyetik stimulasyon,(25) işitme cihazı, tinnitus maskeleyici veya tinnitus cihazı (işitme cihazı ve maskeleyici cihazların kombine formları) uygulaması,(26) tinnitus retraining tedavisi,(27) psikolojik destek, kas gevşetici relaksasyon uygulamaları,(28) düşünce ve dikkat kontrolü,(29) biyofeedback tedavisi, bilişsel davranış eğitimi (CBT),(30) işitsel diskriminasyon eğitimi,(31) lazer uygulamaları,(32) akapunktur,(33) müzik tedavisi,(34) olarak sayılabilir.

SONUÇ

Kulak çınlaması dış, orta veya iç kulak yapılarının veya kulağı işitme merkezlerine bağlayan sinirlerin bir çeşit fonksiyon bozukluğu veya oditer sistemin diğer sistemler tarafından etkilenmesi nedeniyle oluşur. Etiyolojik nedenleri mutlaka araştırılmalıdır, neyse ki çoğu zaman hayatı tehdit edebilecek bir patoloji söz konusu değildir. Oditer sistemin zemin gürültüsü veya etki altında kaldığı diğer sistemlerin gürültüleri tinnitus olarak algılanır. Aslında bir patoloji olmasa dahi sessiz ortamlarda popülasyonun önemli bir çoğunluğunun tinnitus benzeri sesler duyabildiğini bilmekteyiz. Tinnitus özel durumular hariç, genellikle sürekli oluşmaktadır, ancak hastaların bir kısmı bazen oluşup, bazen kesildiğini bildirebilmektedirler. Bu durumun nedeni aslında hastanın bu sese bazen kulak kabartıp, bazen kulak arkası ediyor, önemsemiyor olmasıdır. Hastaya bunları anlatmak, farkına varmasını sağlamak ve kabul ettirmek tedavinin önemli aşamalarından biridir. Hepimiz mutfağımızda bulunduğumuz sırada çalışan buzdolabının hafif gürültüsünü, ancak dolap durup, ses kesildiğinde farkına varmışızdır. Benzer şekilde çınlamamızı kulağımızda sürekli devam eden bir zemin gürültüsü olarak kabul edip, bunun üzerine odaklanmayıp, dikkatimizi çınlama ya da uğultumuz üzerinde yoğunlaştırmadan öteleyebiliriz. Hekim olarak görevimiz bunu hastalarımıza anlatabilmek, kabul ettirmek, uyum sağlamasında yardımcı olabilecek tedavi enstrümanlarını kullanarak semptomdan çok hastayı tedavi etmektir.

REFERANS

  1. Şafak MA. Tinnituslu hastaya yaklaşım. in Şafak MA (konuk ed) Tinnitus, in ÖNERCİ M (ed) Kulak Burun Boğaz Baş Boyun Cerrahisinde Güncel Yaklaşım, 2012; 8(1):1-5.

-- 

Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com

MENIERE HASTALIĞI İÇİN ÖZGÜN BİR ETKEN OLARAK TIKAYICI UYKU APNESİ SENDROMU

GİRİŞ
Uykusuzluğun psikolojik semptomatolojiyi ve stresi artırdığı, gece uyanmayı kolaylaştırdığı ve yaşam kalitesini azalttığı iyi bilinmektedir (Kirby 2012, Horner 2002). Meniere hastalığı ile stres arasındaki ilişki iyi anlaşılmasına rağmen, uykusuzluk ve Meniere ilişkisi çok açık değildir. Meniere hastalarında uykusuzluk sorunuyla sık karşılaşılmasına rağmen, uyku kalitesini inceleyen çok çalışma bulunmamaktadır. OSAS'ın Meniere veya diğer nörotolojik etkileri PSG kullanılıncaya kadar incelenmemiştir. OSAS ile uyku kalitesinin bozulması arasındaki ilişkiyi irdeleyen ilk derlemeyi yayınlıyoruz.

UYKU MENIERE HASTALIĞINI NASIL ETKİLER
Meniere hastaları genellikle dizzinnes veya tinnitus nedeniyle uykularının bölündüğünden yakınırlar. Meniere hastaları iyi bir uyku çektiklerinde dengesizlik ve işitme yakınmalarının daha az olduğunu ifade etmektedirler. Stresin Meniere semptomlarını tetiklediği görülmüştür. Meniere hastalarında stres hormonları yüksek bulunmaktadır, ancak bu hormonların yüksekliği hastalığın sebebinden çok kronik bir hastalığın neden olduğu sonuç olarak düşünülmektedir. Meniere hastalığı ve stresin birlikte anksiyete ve depresyon gibi psikosomatik semptomlara neden olduğu iyi bilinmekte iken uykusuzlukla ilgisi açık değildir. Meniere hastalarının yaklaşık %40'ı yetersiz uyumaktan yakınmaktadır (Green 2007). Nottingham Healt Profile, Meniere hastalarının, tinnitus hastalarına göre daha fazla uyku problemleri olduğunu göstermişlerdir (Holgers 2001). İnsomnia (uykusuzluk) aslında bir tür uyuyamama değil, gece ve gün boyunca aşırı uyarılma (hyperarousal) durumudur. 
Meniere hastalarındaki uyku problemleri PSG ile ilk defa Nakayama ve ark.(2010) tarafından incelenmiştir: Meniere hastalarının total uyku zamanı kontrol grubundan daha uzun; 2.stage uyku daha uzun, stage 3+4 toplamı daha kısa bulunurken, 1.stage ve REM için fark bulunmamış. Arousal indeksi Meniere'de belirgin derecede yüksek bulunmuş. Meniere hastalarında %15 OSAS, %9 periodic limb movement disease görülmüş.
Stres için psikoterapi uygulamalarının Meniere için faydalı olduğu gösterilmiştir ancak Meniere hastalarında uykunun iyileştirilmesine yönelik tedavilerin fiziksel ve mental stres üzerine olan etkileri pek incelenmemiştir. 

MENIERE HASTALIĞI NEDENİ OLARAK OSAS
OSAS gün boyu uykuluk hali oluşturan en sık organik hastalıktır. Prevelansı 40-65 arası erkeklerde en sık görülür. Orta yaşlı erkeklerin yaklaşık %20'sinde OSAS bulunabildiği, daha yaşlı grupta uykuya bağlı solunum problemlerinin %24-40 oranlarına ulaştığı rapor edilmektedir (Bişler 1998, Ancoli-Israel 1994). Meniere hastalarında OSAS görülme oranı normal popülasyonun yaklaşık iki katı olarak %15 oranında görülmektedir. 
Meniere hastalığı için benzodiazepinler, hipnotikler, kas gevşeticiler, anksiyolitikler ve antikonvulsanlar kullanılabilmektedir. Bu tür ilaçlar OSAS semptomlarını artıracaktır. Böylece artan uyku problemi ile Meniere hastalığı agreve olacak ve kısır bir döngü başlayacaktır. 
Vasküler oklüzyonun Meniere semptomlarını artırdığı görülmektedir. Burada OSAS durumu artırıcı  bir faktör olabilmektedir. Gortan (2000) dopler USG ile Meniere hastalarında vertebral arterial dolaşım bozuklukları ile işitme bozuklukları arasında korelasyon olduğu gösterilmiştir. Dolaşım bozukluğu sonucu endolenfatik kese ve kanalda yetersiz endolenf dolaşımı ve emilimine neden olabilmektedir. Son çalışmalardan birinde intratimpanik latanoprost (prostoglandin F20 analoğu, glokom için göz damlası olarak preparatı var - Xalatan) enjeksiyonunu takiben kohlear kan akımı azalmakta ve işitme problemleri oluşmaktadır.
OSAS'a bağlı hiporsi nedeniyle KVS problemleri ve nörolojik rahatsızlıklar oluşabileceği bilinmektedir. Bu durum nörotolojik problemlere de yol açabilecektir. Sowerby ve ark (2010) Epworth Uyku Skalası, Berlin Anketi ve Çokdeğişkenli Apne Risk İndeksi kullanarak idiopatik dizzy hali ve gün boyu uykululuk arasında ilişki olabileceğini göstermişlerdir. 
Gallina ve ark (2010) OSAS ve buna bağlı hipoksinin periferal ve santral vestibüler sistem üzerine oluşturğu etkileri vestibüler fonksiyonları değerlendirerek  göstermiştir. 

OLGU 1
2 yıldır vertigo ve sol tinnitus yakınmaları olan 60 yaşındaki erkek hastada (BMI 24,7) solda 15 yıl önce AİK olarak başlayan 83.8 dB SNIK mevcut. Sol kalorik test cevapları alınamamış. AHI 24,7 bulunmuş. Hastaya manual titrasyonlu CPAP önerilmiş ve daha ertesi gün vertigo atakları ve tinnitusu düzelmiş. Hatta işitme kaybının kalıcı olduğunu kabul eden hastada sürpriz bir şekilde 1 yıl içinde işitme eşikleri 28.8 dB'e, kalorik cevapları %30'dan %70'e artış göstermiştir.

OLGU 2
11 aydır devamlı vertigo ve sol işitme kaybı yakınmasıyla başvuran 50 yaşındaki  erkek haen stada ortalama işitme eşiği 38.8 dB bulunmuş. Kalorik testte sol kulaktan cevap alınamıyordu. AHI 20 bulunmuş. Manuel titrasyonlu CPAP önerilmiş ve ertesi günden itibaren vertigo atakları azalmıştır. AHI 6 ay içinde 1.2'e, işitme eşiği 13.8 dB, kalorik cevapları %50'lere ulaşmıştır. Hasta bu süre içinde 5 kg kilo vermiştir.

ŞİMDİ NE YAPMALIYIZ
Burada rapor edilen gibi hafif OSAS olgularında Meniere benzeri vestibüler bulgulara rastlanılabilmektedir. İkinci olgumuz kilo vermenin de tablonun düzelmesinde etkili olduğunu göstermektedir. Meniere hastalığı da en çok kilo alınmaya başlanan orta yaşlarda görülmekte ve bu durum OSAS nedeni de olabilmektedir. Bu olgular Japon ırkından olup, BMI çok yüksek değildi. Asya ırkında OSAS etkeni olarak obeziteden çok kraniofasial yapı bozuklukları görülmektedir. Biz artık vestibüler kliniğimize başvuran hastaların uykuları ile ilgili daha ayrıntı sorgulama yapmaktayız. Çeşitli anketlerle uyku kaliteleri araştırılmakta, PSG yapılmakta, CPAP ve endike olgularda cerrahi planlanmakta, uyku problemi için kas gevşetici olmayan hipnotikler (eszopiclone-LUNESTA, zolpidem-AMBIEN, melatonin) önerilebilmektedir.

KAYNAK
Nakayama M, Kabaya K. Curr Opin Oktolaryngol Head Neck Surg 2013; 21:503-8.


-- 
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com


ŞAFAK MA, MD.
Professor of Otorhinolaryngology
Head of Otrhinolaryngology Department
President of Surgical Science Division
Near East University, Faculty of Medicine
Chief Editor of Near East Medical Journal

          TR     +90 532 361 18 90





--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com


ŞAFAK MA, MD.
Professor of Otorhinolaryngology
Head of Otrhinolaryngology Department
President of Surgical Science Division
Near East University, Faculty of Medicine
Chief Editor of Near East Medical Journal

GSM: TRNC +90 542 877 55 66
          TR     +90 532 361 18 90


KOHLEAR İMPLANT CERRAHİSİNDE İŞİTMENİN KORUNMASI İÇİN OHLEOSTOMİ Mİ YUVARLAK PENCERE YAKLAŞIMI MI?

Residual işitmesi bulunan olguların implant uygulamasına uyumlarının artmasıyla kohlear implantasyonların endikasyonlarında önemli artışlar görülmektedir. Son onyılda çeşitli gruplar değişik elektrodları bulunan implantların kohleadaki residual işitmenin korunmasıyla takılmasına yönelik teknikleri geliştirmekte ve akustik ile elektriksel konuşma işlemcilerin kombine kullanımlarını araştırmaktalar.(Grantz 2009, Lenarz 2009, Skarzynski 2007, 2009, Gstocttner 2004). Bu amaçla daha kısa, daha fleksible ve daha kısa hibrid elektrodlar geliştirilmiştir. 

Elektrodlardaki değişiklik kadar, implantasyonun tekniği de kohleanın mümkün olduğunca korunmasına yönelik geliştirilmektedir. Son iki implantasyon tekniği soft kohleostomi ve yuvarlak pencere implantasyonudur. Soft kohleostomi tekniği 1993 yılında Lenhardt tarafından geliştirilmiştir: yuvarlak pencerenin antero-inferior bölümünden yapılan soft kohleostomi ve kayganlığı artırıcı hyaluronic asit (Healon) kullanılması tanımlanmıştır.(HNO 1993;41:356) Yuvarlak pencere implantasyonu özellikle daha rijid ve düz elektrodlar kullanıldığında osseöz spiral laninaya zarar verebilmektedir. Daha ince ve yumuşak elektrodların gelişmesiyle bu yol tekrar gündeme gelmiştir. Yuvarlak pencere yoluşla sadece membrana secondoria üzerine küçük bir insizyon yapılması yeterli olmakta, turlamaya ve bunun oluşturduğu vibrasyon travmalarını önlemekte, kemik tozlarının kaçma ihtimali önlemekte ve elektrodun scala vestibüliye geçme ihtimalini ortadan kaldırmaktadır.

Her iki implantasyon tekniğinin kohleadaki etkileri temporal kemik çalışmalarıyla karşılaştırılmış ve osseos spiral laminaya, modiolusa veya basilar membrana etkileri arasında histolojik farklar bulunamamıştır. Ancak özellikle düşük frekanslı kohlear rezervin hangi teknikte daha iyi korunduğu 

METOD
Ocak 2012 yılına kadar yayımlanmış olan elektronik olarak ulaşılabilen 16 çalışmada toplam 170 olguya ait sonuların derlemesi yapılmıştır. Hiç bir çalışmada iki tekniğin karşılaştırılması yapılmamıştır. Çalışmaların metodolojik kalitesi, bu çalışmanın bias değerini artırıcı faktör olabilir. Çalışmalar arasındaki farklar cerrahlar arasındaki farklardan da kaynaklanıyor olabilir.

SONUÇLAR
Kriterlere uygun 16 çalışmada Med-El FlexEAS elektrod, Med-El Flexible Soft elektrod, Med-El Medium elektrod ve Med-El standard elektrodlar kullanılmıştır.
Düşük frekanslardaki preoperatif işitme rezervlerinde 125-500 Hz aralığında 10-30 dolaylarında tekniğe bağlı olmayan kaymalar olmuştur. Preoperatif eşiklerin tam korunması kohleostomi tekniğinde %0-40 oranında, yuvarlak pencere tekniğinde %13-59 oranında gelişmiştir.

TABLO: ORTALAMA EŞİK KAYMALARI
Frk    KOHLEOSTOMİ                        YUVARLAK PENCERE
Hz     StandardM  FlexEAS  FlexSoft   StandardM  FlexEAS  FexSoft
125      14(34)        17(19)      14(9)          8(35)         9(35)       10(1)
250      15(37)        24(19)     18(13)        15(35)        15(35)      10(1)
500      16(37)        28(17)     16(13)        22(35)        21(35)      15(1)
PTA     15(34)        20(17)     19(14)        15(35)        15(35)      23(12)

SONUÇ
Eldeki sonuçlar preoperatif işitme rezervinin korunması açısından kohleostomi ile yuvarlak pencere tekniği arasında fark olmadığı yönündedir. Ancak karşılaştırmalı çalışmalar henüz yoktur.

KAYNAK
Havenith S, Lammers MJW, Tange RA, et.al. Otol Neurotol 2013; 34:667-74.
--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com


KULAK MEMESİ DOĞUMSAL YARIKLARININ TEDAVİSİ

GİRİŞ
Kulak memesi işitme fonksiyonları açısından değil ancak estetik açıdan önemlidir. Lobüle ait anomaliler estetik ve psikolojik problemler yaratabilir. Bilobüle kulak memesi konjenital veya kazanılan tipte olabilir. Kazanılan olanlara göre, konjenital bilobüllerde doku kaybı bulunabilir ve parçalar genellikle simetrik değildir. 
Konjenital kulak memesi yarıklarının en çok kabul gören sınıflaması Kitayama (J Plast Surg 1980;23:663) tarafından 4 gruba ayrılarak yapılmıştır:
i.   Longitudinal yarıklar
ii.  Transvers yarıklar
iii. Triple lobül
iv. Defektif lobül
Lobül deformitelerinin cerrahi rekonstrüksiyon yöntemleri tanımlanmıştır, ancak oluşan skarlar, iyileşme problemleri nedeniyle standardize edilmiş teknikler yoktur.

CERRAHİ TEKNİK
Diametric Hinge Flaps Method (Eş çaplı Menteşe Flep Tekniği) olarak adlandırılan bu teknikte posteriordaki lobülde superior pediküllü bir arka flep ile, ön lübülde inferior bazlı ön yüz flepleri hazırlanır ve menteşe gibi kaldırılarak ters çevrilerek birbirin üzerine sütüre edilir. Ön ve arka fleplerin boyutlarının eşit olmasına özen gösterilmelidir. İki flebin orta bülümünden eksternal tamponlama yapılmalıdır.

Bu teknikle yazarlar 4 olguya müdehale etmişler ve tümünde komplikasyon gelişmeden iyi sonuçlar almışlar.

TARTIŞMA
Bu deformite için ilk cerrahi teknik 1954'de McLaren tarafından tanımlanmıştır. Sonraları zamanla Z-plasty, L-plasty, V-flap teknikleri önerilmiştir. Bu teknikte herhangi bir dokunun eksize edilmesine gerek kalmadan, estetik ve normale yakın bir lobül elde etmek mümkün olmuştur. Kulak lobülünün anterolateral bölümü inferior aurikuler arterin inferior dalı, posterior bölümü ise posterior aurikuler arterin inferior dalı tarafından kanlanır ve vasküler yapı açısından zengindir. Bu özelliği bu bölgede pedikül flep boyu açısından 1:3 oranlara rahatça çıkılabileceğini gösterir. Daha önce tanımlanan tekniklerde lobül genelde küçük kalmakta ve çentikli olmakta iken bu teknikte bu sorunlar aşılmış haldedir. Sadece ön bülümde küçük bir insizyon görünür halde olmaktadır.

KAYNAK
Qing Y, Cen Y, Xu X, Chen J. Annals of Plastic Surgery 2013;70(6):657-8.
--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com

MALLEUS VE STAPESİN OLMADIĞI DURUMLARDA OSSİKÜLOPLASTİ

GİRİŞ
Mallesun olması ossikoplasti için önemli elemanlardandır (Moretz 1998-Laryngoscope, Domhoffer 2001-OtolNeurotol, Albu 1998-AmJOtol, Black 1992-AmJOtol). Malleusun olmadığı durumlarda bunun replase edilmesine yönelik teknikler denenmiştir (Fisch 1994, Wehrs 1982-OtolRhinolLaryngol, Black 2002-OtolNeurotol). MRP'nin amacı TORP yada PORP gibi bir kolumellanın atılım reaksiyonlarını önlemektir.

TEKNİK
MRP 0.8 mm çaplı handle ve 0.3 mm çaplı Y şeklinde iki ayağı olan titanyum bir elemandır. Protezin ayakları DKY'da anulusa 0.6 mm tur ile açılan deliklere yerleştiriip, cement ile tutturulur. MRP'nin iki kolu sağ kulak için anulusta saat "9" ve "11" hizasına yerleştirilir. Açılacak bu iki tünel için tur hızı çok düşük olmalı ve kemikte ısıya bağlı nekroz gelişmemelidir. Protezin handle bölümü de PORP yada TORP ile ilişkilendirilir.

MATERYAL-METOD-SONUÇLAR
Malleusun bulunmadığı olgularda DKY'na yerleştirilen özel bir Malleus Replasman Protezi kullanılmış ve vibrasyon özellikleri lazer dopler vibrometre ile incelenmiş. 18 yıllık bir sürede malleus ve stapesi olmayan 92 olgu çalışmaya alınmış. Bunlardan 32'sine zar ve stapes tabanı arasında TORP uygulaması yapılırken, 58 olguda MRP ile stapes tabanı arasına TORP yerleştirilmiş. Fonksiyonel sonuçlar ABG, BC ve AC eşiklerinin ölçülmesiyle karşılaştırılmış. MRP kemik DKY'na cevment ile fikse edilerek osseos integrasyonu sağlanmış. Postoperatif 3.ayda ABG MRP gurubunda 12,5 dB iken, TORP grubunda 23.3 dB bulunmuş. 10 dB altında ABG TORP'da %37, MRS'de %58, 20 dB altında ABG ise %48'e karşın %79 bulunmuş. Ortalama AC kazancı TORP'da 11 dB, MRP'de 21 dB bulunmuş. Benzer anlamlı sonuçlar postop.12.ayda da elde edilmiş.

TARTIŞMA
Wehr neomalleus olarak homolog greftler önermiştir. Genellikle kademeli girişim gerektirir (1992). Black otogreft neomalleus tekniği tanımlamıştı. Bu çalışmanın yazarları da TORP stabilitesi için silastik band ile protezi stapes başına bağlamışlardı. Zar ile taban arasına konulan TORP olgularında dislokasyon ve rejeksiyonlar %50'ye yakın gelişirken, MRP taban arası yerleştirilen 58 olgudan ancak 2'sinde dislokasyon gelişmiş. Ancak MRP'nin de rejeksiyon problemi olduğu için zar ile arasına öncelekri "T" şeklinde, daha sonraları geniş kartilaj interpozisyonları yapmak gerekmiştir. Eğer kemik fiksasyonunun sistemin vibrasyonuna engel olmadığı LDV ile ölçülse de bu ihtimal söz konusu olabilir. Bu durumda neo-maniburiumun, ayaklardan kesilerek kemiğe fiksasyonunun kaldırılması mümkün olacaktır.

KAYNAK
Vincent R, Bittermann AJN, Wenzel G, et.al. Otol Neurotol 2012; 34(1):83-90
--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com

ANTİ-İNFLAMATUAR ETKİLİ STEROİDLER

ETKEN MADDE       Doz(mg)     Etkili-Süre    A.İ. Güç
Cortisone                   25                8-12 saat       0,8
Hidrocortisone           20                8-12 saat       1
Prednisolone              5                  12-36 saat     4
Triamcinolone            4                   12-36             5
Methylprednisolone    4                   12-36            5
Dexamethasone         0,75             36-54            30
Bethamethasone        0,6               36-54            30

-- 
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com